22 Nisan 2016 Cuma

Milli edebiyat

Milli Edebiyat Döneminin Genel Özellikleri 
• Milli Edebiyat sanatçıları Batıyı körü körüne taklit etmeye karşı çıkmıştır; ancak edebiyatta Batılı türler olan makale, fıkra, roman, hikaye… gibi türleri kullanmayı yanlış görmemişlerdir. 
• Milli Edebiyatın getirdiği en önemli yenilik Yeni Lisan hareketini başlatarak dilde o döneme kadar değişik zamanlarda hedeflenen; ancak başarılamayan sadeleşme hareketini başarmak olmuştur. Bu dönem sanatçıları, konuşma diliyle edebiyat yapmışlardır. 
• Sanatçılar, kendilerine kaynak olarak kendi öz kültürlerini görmüşler ve milli ögelerden beslenmişlerdir. Bu dönemde yaşanan Milli Mücadele de dönemin değişik eserlerinde işlenmiştir. 
• Yoksulluk, aile hayatı, ahlaki çöküntü… gibi toplumsal konular işlenmiş, sanatçılar o dönemde yaşanan sosyal sorunları eserlerine taşımıştır. 
• Daha önceki dönemlerde yüzeysel işlenen Anadolu ve Anadolu halkı bu dönem sanatçılarının birçok eserinde işlenmiştir. 
• Eserlerinde işledikleri temayı, gerçekçi bir biçimde ele almak isteyen sanatçılar, gözleme önem vermiş ve eserlerinde gözlemle topladıkları bilgileri kullanmışlardır. 
• Eserlerde her kesimden insanın sorunları dile getirilmiş, Servetifünun Edebiyatında yapılan “sadece aydın insanların dertlerini anlatma” geleneğinden kaçınılmıştır. 
• Bu dönem edebiyatı toplumsal özellik göstermiş, sanatçılar hem dönemine ayna tutmuş hem de yaşanılan toplumsal sorunlara çözüm yolları gösterilmiştir. 
• Batı taklitçiliğinden kaçınarak, milli konulara yönelme, yeni ve milli bir edebiyat ortaya koyma amacı güdülmüştür. 
• Türk kültürü ve tarihi el değmemiş bir hazine olarak kabul edilmiştir. 
• Dil birliğini, ulus-devlet anlayışının temeli olarak gören Milli Edebiyatçılar Türkçeyi bilim ve sanat dili haline getirme, dil bilinci yoluyla milli bilinç oluşturma, halk kül-türüne yönelme ve halkı eğitme gibi amaçlarına ulaşmak için dilde sadeleşmeye gitmişlerdir. 
• Sade bir dili savunmuşlar, dilde karşılığı bulunan ve dilimize fazla oturmayan Arapça ve Farsça sözcükler kullanılmamıştır. 
• “Toplum için sanat” anlayışı çerçevesinde eserler ortaya konmuştur. 
• Halkın yaşamı ve sorunlarının yanı sıra bireysel konular da işlenmiştir. 
• Mizahi üslup önemsenmiş, mizah ve hiciv türünde eserler de verilmiştir. Milli Edebiyat’ın yukarıdaki özelliklerinden de anlaşılacağı üzere bu dönem edebiyatı kendisinden önceki Tanzimat, Servetifünun ve Fecriati Edebiyatlarına göre birçok farklı özellik taşır. Bunun en önemli sebebi ise bu dönemin beslendiği kaynaklardır. Döneminin dil anlayışı 
• Dil sadeleşmiştir. 
• Konuşma dili olarak İstanbul Türkçesi benimsenmiş, yazı dili ile konuşma dili arasındaki fark kalkmıştır. 
• Türk dilinin kuralları belirlenmiş, Arapça ve Farsça'dan gelen tamlamalar yerine Türkçe tamlamalar kullanılmış. 
• Türkiye Türkçesine diğer Türk lehçelerinden sözcük alınmamalıdır görüşü savunulmuştur.
• Terimler bilimle ilgili olduğu için aynen kullanılmalıdır görüşüne vurgu yapılmıştır. 
• Türkçülük akımı önem kazanmıştır.


ÖMER SEYFETTİN (1884 – 1920)
  • Maupassant tarzı olay hikâyeciliğinin bizdeki en büyük ismidir.
  • Hikâyeciliği meslek olarak gören ilk sanatçıdır.
  • Genç Kalemler dergisinde yayımlanan “Yeni Lisan” maka­lesiyle dilin sadeleştirilmesi gerektiğini savunmuştur.
  • Uzun cümlelerden, söz oyunlarından, yabancı sözcük ve tamlamalardan kaçınmış, konuşma ve yazı dili arasında bir uyum kurmaya çalışmıştır.
  • “Toplum için sanat” anlayışıyla milli değerlere yönelmenin önderliğini yapmıştır.
  • Realist bir yazardır.
  • Hikâyelerinde milli’ bilinci uyandırma ve güçlendirme amacı taşımıştır.
  • Mizahtan da yararlanarak toplumdaki aksayan yönleri eleştirmiştir; bu bakımdan hikâyeleri toplumsal hiciv ka­rakteri taşır.
  • Hikâyeleri teknik açıdan zayıftır, tasvirlere, psikolojik tah­lillere önem vermez, daha çok olayı ön plana çıkarır.
  • Türk tarihi, toplum sorunları, çocukluk anıları ve balkan­lardaki Türkler, başlıca konulardır.
  • Kısa cümlelere dayanan okurun dikkat ve heyecanını canlı tutan bir anlatımı vardır.
  • Hikâyelerinde menkıbe, efsane, destan, halk fıkraları ve tarihten yararlanmıştır.
  • Kitaplaştırmadığı az sayıda şiiri de vardır.
  • Efruz Bey ve Yalnız Efe adlı eserleri “uzun hikâye”, “roman” olarak da değerlendirilmektedir.
  • Eserleri:
  • Hikâye: Ashab-ı Kehfimiz, İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba, Bahar ve Kelebekler, Forsa, Beyaz Lale, Aşk Dalgası, Gizli Mabet, Tarih Ezeli Bir Tekerrür, Pembe İncili Kaftan, Kaşağı, Falaka, Kızıl Elma Neresi, Başını Vermeyen Şehit, Diyet, And, Teke Tek, Kütük, Harem (uzun hikâye) Efruz Bey
ALİ CANİP YÖNTEM (1887 – 1967)
  • Fecr-i Ati topluluğundan Genç Kalemler dergisine geçmiştir.
  • Hem heceyi hem de aruzu kullanmıştır.
  • Eleştirileri, makaleleri ve edebiyat tarihi araştırmalarıyla tanınmıştır.
  • Eserleri:
  • Şiir: Geçtiğim Yol
  • Makale: Milli Edebiyat Meselesi ve Cenap Bey’le Münaka­şalarım
  • Antoloji: Türk Edebiyatı Antolojisi
ZİYA GÖKALP (1876 – 1924)
  • Türkçülük akımını sistemleştirmiş ve Türk milliyetçiliği fikrini “Türkiyecilik”, “Oğuzculuk ve Türkmencilik”, “Turan­cılık” devrelerine ayırmıştır.
  • Şair ve yazar kimliği kadar sosyolog olarak da önemlidir; sosyoloji çalışmalarında Emile Durkheim’den etkilenmiştir.
  • Türk sosyolojisinin kurucusu olarak görülmüştür.
  • İslamiyet öncesi Türk tarihiyle ilgili araştırmalar yapmıştır.
  • Konuşma dilinin aynı zamanda yazı dili olmasını, edebi eserlerde İstanbul ağzının esas alınmasını ve heceyi kul­lanmak gerektiğini savunmuştur.
  • Eserleri:
  • Dergi: Yeni Mecmua, Küçük Mecmua
  • Şiir: Kızıl Elma, Yeni Hayat, Altın Işık
  • Makale: Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak
  • İnceleme: Türkçülüğün Esasları, Türk Medeniyet Tarihi
  • Mektup: Malta Mektupları
MEHMET EMİN YURDAKUL (1869 – 1944)
  • ”Türk Şairi”, “Milli Şair” unvanlarıyla anılmıştır.
  • Milli duyguları dile getirdiği ilk şiiri Cenge Giderken’leheceyle şiir yazma eğiliminin öncülüğünü yapmıştır.
  • Anadolu insanının acılarını, düşmana karşı mücadelesini coşkun bir dille anlatan ilk şairdir.
  • Bütün şiirlerinde sade bir dil ve hece ölçüsü kullanmıştır.
  • Eserleri:
  • Şiir: Türkçe Şiirler, Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Ordunun Destanı, Aydın Kızları, Zafer Yolunda, Ankara, Turan’a Doğru, İsyan ve Dua
MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ (1890 – 1927)
  • Edebiyata Fecr-i Ati’yle ve şiirle girdi, sonraları Milli Ede­biyat’a katıldı.
  • Türk kültürü, dili ve uygarlığıyla ilgili önemli çalışmalar yaptı.
  • Türk edebiyat tarihi alanında dünyaca ünlü bir bilim ada­mıdır.
  • Ordinaryüs Profesör unvanını almıştır.
  • Hoca Ahmet Yesevi ve Yunus Emre’yi tanıtmıştır.
  • Eserleri:
  • Edebiyat tarihi Makale: Türk Edebiyatında İlk Muta­savvıflar, Türk Edebiyatı Tarihi, Türkiye Tarihi, Azeri Edebi­yatına Ait İncelemeler, Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları, Türk Saz Şairleri

Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil

       
                                       TEVFİK  FİKRET 
                              
1867’de İstanbul Kadırga’da dünyaya geldi. Asıl ismi Mehmed Tevfik. 12 yaşında öksüz kaldı. Mahmudiye Rüşdiyesi’nde okudu. 1888’de Galatasaray Lisesi’ni (Mekteb-i Sultani) birincilikle bitirdi. Çeşitli görevlerde memurluk yaptı. Kuzeniyle evlendi. Ticaret Mekteb-i Âlisi’nde hat ve Fransızca dersleri verdi. 1891’de “Mirsad” dergisinin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanınca edebiyat çevrelerinde adını duyurdu. 1892’de Mekteb-i Sultani’ye Türkçe öğretmeni olarak atandı. 1894’te “Malumat” dergisini çıkaranlar arasında yer aldı. 1895’te hükümetin memur maaşlarında kesinti yapmasını protesto için görevinden ayrıldı. 1896’da Servet-i Fünun Dergisi’nin Yazı işleri Müdürlüğü’ne getirildi. Dergi onun dönemindeEdebiyat-ı Cedide‘nin yayın organı kimliği kazandı. Aynı yıl Türkçe öğretmeni olarak Robert Kolej’e girdi. Aydınlar üzerinde süren yoğun baskılar nedeniyle birkaç kez gözaltına alındı. Bir süre sonra dergideki görevinden ayrıldı. 1906’da Robert Kolej’in hemen yanında bir ev yaptırarak “Aşiyan” adını verdi. Eşi ve oğlu Halûk’la birlikte buraya yerleşti. 1908’de 2’nci Meşrutiyet’in ateşli savunucularından biri oldu. Hüseyin Kazım Kadri veHüseyin Cahit Yalçın‘la birlikte “Tanin” gazetesini kurdu. Gazete İttihat ve Terakki’nin yayın organı haline getirilmek istenince karşı çıktı ve Tanin’den ayrıldı.
Mekteb-i Sultani Müdürlüğü’ne getirildi. 31 Mart Olayları’nı protesto için bu görevden de ayrıldı. Ama öğrencileri ve Maarif Nazırı Naili Bey’in ısrarlarıyla göreve döndü. 8 ay sonra yeni Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile anlaşamayınca bir daha dönmemek üzere bu görevi bırakttı. İttihat ve Terakki iktidarına da karşı çıkarak Aşiyan’a çekildi. Ağır bir şeker hastalığına yakalanmıştı. Kolundan olduğu bir ameliyatın ardından yaşamını yitirdi. Eyüp’teki aile mezarlığına defnedildi. Küçük yaşlarda şiir yazmaya başladı. Başlangıçta Muallim Naci ile Recaizade Mahmut Ekrem şiirleri arasında uzunca bir arayış dönemi geçirdi. Daha sonra Fransız şiiriyle tanıştı. Özellikle François Coppe’den etkilenerek kendi şiirini yaratmaya koyuldu. Aşırı titiz tutumu, en küçük ayrıntılar üzerinde dikkatle durmasıyla kendine özgü bir üslup yarattı, döneminin tüm edebiyat ve şiiri üzerinde etkili oldu. Biçimsel kaygıları gözardı etmedi, sürekli yenilik aradı.
1900’de yayınlanan “Rübab-ı Şikeste”de toplumsal sorunlara ağırlık veren şiirlerin yanısıra, günlükkonuşma diline yakın dille yazılmış şiirlerde vardı. Betimlemelerindeki ayrıntılı ustalığının ressamlığına bağlanır. Doğa şiirlerindeki doğayla uyumluluk da dikkat çeker. Oğlu Halûk’un şiirlerinde büyük etkisi oldu. 1911’de yayınlanan ikinci şiir kitabı “Halûk’un Defteri”ndeki şiirler, en umutlu ve iyimser şiirleridir. Bu şiirlerde oğluna ve Osmanlı gençliğine çalışkanlık, yurt sevgisi, hak ve hukuktan yana olma gibi erdemleri öğütledi. 1911’de basılan “Rübabın Cevabı”ndaki şiirlerde halkın acılarını, zorbalıkları, baskı ve haksızlıkları anlattı. Bu kitapta yer alan “Tarih-i Kadim’e Zeyl” başlıklı şiirde, kendisini eleştirenMehmet Akif Ersoy‘ya yanıt verdi Din ve doğa konusundaki görüşlerini açıkladı. Kendisinin doğanın bir izleyicisi olduğunu söyledi. 1914’te yayınlanan “Şermin”de yalın bir dille yazılmış, kısa dizelerden kurulu, dolaysız bir anlatımın egemen olduğu şiirler yer alır. 30’lu yaşlarından sonra çevresindeki olumsuzluklardan oldukça etkilendi. Dünya görüşü, çağının koşullarını aştı. Özgürlük ve eşitliğe inandı. Sınıfsal çıkarlara dayalı yönetim biçimini eleştirdi, belli egemen sınıfların yönettiği devlete ve bu devletin koyduğu yasalara karşı çıktı. Özel yaşamında da katı bir ahlak anlayışı sürdürdü. İnsana büyük değer verdi. Ona göre tüm soruların üstesinden gelecek, mutlu yarınları hazırlayacak olan insandır. İnsanın üstünlüğünü sağlayan ise duyarlılığı ve sezgi gücünden çok düşünme gücü ve aklıdır.
ESERLERİ
  • Rübab-ı Şikeste (1900-1984)
  • Haluk’un Defteri (1911-1984)
  • Rübabın Cevabı (1911-1945)
  • Şermin (1914-1983)
  • Tarih-i Kadim (1905)
  • Son Şiirler (1952. Yay. Haz. Cevdet Kudret)



                 HALİT ZİYA UŞAKLIGİL 


Servet-i Fünun ve Cumhuriyet Dönemi yazarlarından ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Sultan Reşat devri Mabeyn Başkatibi (1909-1912), bunun yanı sıra Ayan Meclisi üyesi. Ayrıca bazı edebi yazılarını Hazine-i Evrak adlı dergide Mehmet Halit Ziyaeddin adıyla yayımlamıştır.
Servet-i Fünun edebiyatının en büyük nesir ustası kabul edilir. İlk büyük Türk romanı olarak kabul görmüş Aşk-ı Memnu'nun yazarıdır.
1866'de İstanbul'da doğdu. 27 Mart 1945'te İstanbul'da yaşamını yitirdi.
"Uşakizadeler" olarak tanınan İstanbullu bir aileden Hacı Halit Efendi'nin oğlu. Fatih Askeri Rüştiyesi'nde öğrenime başladı. Babasının işleri bozulunca ailesi İzmir'e taşındı. İzmir Rüştiyesi'ne girdi. Özel Fransızca dersler aldı. Avusturyalı Katolik rahiplerin yönettiği Mechitariste Okulu'na devam etti. 1884'te son sınıftan ayrılarak babasının ticarethanesinde çalışmaya başladı. İzmir Rüştiyesi'nde Fransızca öğretmenliği yaptı. Osmanlı Bankası'nda çalıştı. İzmir İdadisi'nde Fransızca ve edebiyat dersleri verdi. 1893'te İstanbul Reji İdaresi'nde Başkatip oldu, İstanbul'a taşındı. 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra reji komiserliğine getirildi. Darülfünun'da (İstanbul Üniversitesi) Batı edebiyatı ve estetik dersleri verdi. 1909'da İttihat ve Terakki'nin önerisiyle Mabeyn Başkatibi oldu. 1911'de Meclis-i Âyan üyeliğine seçildi. Daha sonra üniversiteye döndü. Siyasi görevlerle Fransa, Almanya ve Romanya'ya gitti. İttihat ve Terakki'nin iktidardan düşmesinden sonra Reji İdaresi Yönetim Kurulu Başkanlığı'na getirildi. Cumhuriyet'ten sonra Yeşilköy'deki yalısına çekildi.
Edebiyat yaşamına çeviriler ve şiirle başladı. İzmir'de 1884-1885 arasında Nevruz dergisini, 1886'da Hizmet gazetesini çıkardı. 1896'daEdebiyat-ı Cedide topluluğuna katıldı. Servet-i Fünun dergisinde kendisine büyük ün sağlayan romanları tefrika halinde yayınlandı. 1901'de yazarlığı bıraktı. İkinci Meşrutiyet'ten sonra tekrar yazmaya başladı ama 1923'e kadar bunları yayınlamadı. İzmir'de yazdığı ilk kısa romanlarda acıklı, duygusal bir anlatımla karşılıksız sevgiyi konu aldı. 1895'te yayınlanan "Mai ve Siyah" romanında aşk serüvenleri ikinci planda kaldı. Şairlergazetecileryazarlar, yayıncılar arasında geçen olaylar çerçevesinde o dönemin basın dünyasını anlattı. 1925'te yayınlanan "Aşk-ı Memnu" ilk büyük Türk romanı kabul edilir. Sağlam bir kurgusu ve tekniği olan bu romanda, genç ve güzel bir kadının, zengin ama yaşlı kocasına sadık kalma kararına karşın, elinde olmaksızın yasak bir aşka sürüklenmesi, olayın psikolojik nedenleri üzerinde de durularak gerçekçi bir yaklaşımla anlatılır. Romanda olay, kişiler arasındaki maddi ve manevi bağlantılarla ustaca örülmüş, hareket, betimleme ve ruh çözümlemeleri ölçülü ve dengeli olarak işlenmiştir.
Eserleri
  • Roman: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, Sefile, Nemide, Ferdi ve Şürekâsı, Bir Ölünün Defteri, Nesl-i Ahir
  • Öykü: Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Aşka Dair, Hepsinden Acı, Kadın Pençesi, Bir Şi’ri Hayal, İzmir Hikâyeleri, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Onu Beklerken
  • Mensur Şiir: Mensur Şiirler, Mezardan Sesler
  • Anı: Saray ve Ötesi, Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye
  • Tiyatro: Kâbus, Fare, Firüzan
  • Makale-Deneme: Sanata Dair

5 Ocak 2016 Salı

Tunguska patlaması

Tarih 30 Haziran 1908. Rusya’nın kuzeyinde Sibirya bölgesine yakın kısmı olan Tunguska bölgesinde meydana gelen bir patlama o kadar dehşetli ve büyüktü ki, bu patlama dünyaya Hiroşima’ya atılan atom bombasının 1000 tanesinden çok daha fazla enerji yaydı. Fakat ortada bir ilginçlik ve gizem bulunmaktaydı. Patlama yaşanmıştı ama bölgede herhangi bir krater oluşmadı.
Olayın üzerinden yüzyıl geçmesine karşın bilim adamları yıllardır yaptıklara detaylı araştırmalara ve incelemelere rağmen, bu patlamaya neyin sebebiyet verdiğini hala açıklayamamaktadır.
30 Haziaran 1908 tarihinde Rusya ve Moğolistan sınırına oldukça yakın bir bölge olan Tunguska adı verilen bölgeye atmosferden gelen dev bir ateş topu, gökyüzünden oldukça büyük bir hızla geçip büyük bir patlama gerçekleştirdi. Gerçekleşen bu dev patlama o kadar büyük ve dehşet vericiydi ki, kuzeydoğuya doğru uzanan ve 600 kilometreye yakın tayga ormanlarını dümdüz etmiştir. Bu alan yaklaşık olarak Lüksemburg ülkesi büyüklüğündedir. Ormanlar kavrulmaya devam ederken, bu patlama dünyanın bütün noktalarından hissedilmiştir. Bu patlama, kuzey yarım kürede üç gece boyunca gecenin aydınlık kalmasını sağlarken NASA’nın açıklamalarına göre patlama dünyanın manyetik alanını etkilemiş ve de tüm dünyayı sallayan çok kuvvetli akustik ve sismik dalgalar etkilenmiştir.
Patlamada yaşanan birçok ilginç olay bulunmaktadır. Patlama çevresindeki bütün ormanları yerle bir ederken, yerel Tunguska halkı patlamayı yaşamış fakat hiç kimse hayatını kaybetmemiştir. Akıl kayıpları, bayılmalar ve aşırı korku dışında buradaki yerel halk olaydan başka şekilde etkilenmemiştir.
Bu dönemde, Rusya’da yaşanan devrin hareketleri nedeniyle olaya ilgi gösterilmemiş, bu denli büyük patlama Tunguska’nın yerel gazetelerine haber olabilmiştir. Fakat yıllar sonra Rus ve diğer milletlerden bilim adamları bölgeye giderek incelemelerde bulunmuş ama bölgede herhangi bir krater olgusuna rastlanmamıştır. Bu da, olayın gizemini daha da artırmıştır. Çünkü, kraterin oluşmaması patlamaya bir göktaşının neden olmadığını göstermekteydi.
Araştırmalar patlamanın yaşandığı tarihten itibaren devam ederken, en son araştırmalar patlamaya bir kuyruklu yıldızın neden olduğunu göstermektedir. Rus Bilimler Akademisi üyesi Edward Drobyhevski, yaptığı araştırmalarla 1908’de patlamaya neden olan şeyin bir kuyruklu yıldız olduğunu söylemektedir. Edward’dan öncede birçok bilim adamının varsayımlarında patlamaya kuyruklu yıldızın neden olduğu söylenmiştir. Ama Edward diğer bilim adamlarından farklı olarak, bir kuyruklu yıldızın Dünya’nın atmosferine oldukça yakın ve neredeyse teğet bir şekilde geçerek dünyaya çarptığını ve bu nedenle de parçalandığını hesaplamıştır.
Kuyruklu yıldızların baş kısmını solar ısınma, ışık ve de süblimleşme sonucunda çekirdekten salınan moleküller meydana getirmektedir. Eğer çekirdek boşalırsa yıldızın baş kısmında bulunan ışık direkt bir şekilde güneşin radyasyonuna maruz kalır. Bu da, zarar verici olabilmektedir. Çekirdeği terk eden çoğu molekül çözünme işlemine uğrarlar. Yani parçalanırlar.
Patlamaya neden olan kuyruklu yıldızın geniş bölümü, atmosferden sıçrayıp geçmiştir. Böylece bu geniş kısım dünyayı geçmiş ve yörüngeye geri dönmüştür. Geri kalan küçük kısım ise, Tunguska bölgesi üzerinde atmosferde patlamadan oldukça hızlı bir şekilde ısınmıştır.
Araştırmayı yapan Drobyshevski, patlamanın neden bu denli hasarlı ama kısa etkiler bıraktığını ise patlamanın doğası yani kuyruklu yıldızın yapısıyla ilişkilendirmektedir.
Kuyruklu yıldızın yapısında çok yüksek oranda hidrojen peroksit maddesi bulunmakta ve oksijen ile su üretme işleminde ısınırken hidrojen peroksit maddesinin patlayıcı bir biçimde ayrışmaktadır. Bu ayrışma ise, kuyruklu yıldızı parçalamıştır. Bu parçalanma ise, tam 1000 atom bombasından daha fazla enerji yayan bu patlamanın nedenini oluşturmaktadır.