23 Aralık 2015 Çarşamba

Amish(amiş topluluğu)

Amiş (Pensilvanya Almancası: Amisch,İngilizce: Amish), ABD'nin Pensilvanya ve Ortabatı eyaletleri'nde ve Kanada'da yaygın olan tutucu bir Hristiyan mezhebidir. 18. ve 19. yüzyılda Almanya, Fransa ve isviçre'den gelen göçmenler tarafından kurulmuştur. Amişler basit bir yaşama inanırlar, otomobil ,telefon, elektrik gibi modern yaşamın kolaylıklarını kullanmaktan sakınırlar. Fayton kullanımı yaygındır. Bu insanlar kendilerini toplumdan dinsel inanışları yüzünden ayırırlar. Örneğin orduya katılmazlar. Kurucusu Jakop Ammann (1644 - 1712 ya da 1730) adlı İsviçrelidir.
Amiş çocuklar 8. sınıfta devlet okullarından alınarak evde eğitim görmeye başlarlar. Amiş inancından olanların başka mezhep ya da dinden biriyle evlenmesine izin verilmezler ve kendilerinin fotoğrafının çektirmeleri yasaktır. Amişlerde rumspringa adında bir terim vardır. Bu terimin anlamı, çocukken değil yetişkinken vaftiz edilirler yani yaşam tarzı konusunda bir seçim yapmak ve Amiş kurallarını benimsemek için yeterince büyüdüklerinde olur. Aforoz denen bir sistem daha vardır. Amiş ihtiyarlar kurallara uymayanları aforoz ederler yani o çiftliğe bir daha geri dönemez şeklinde yasak koyarlar. Amiş kurallarını çiğneyenler çiftlikten kovulur. Genelde kurallar katıdır.



BU BÖLÜM BANA AİTTİR
Kütüphaneye gittiğimde "uzak ülke" adlı bi kitap buldum. Arkasında amişler ile ilgili yazılar yazıyordu ve merak etmiştim. Sonra araştırdım ve kitabı aldım. Kitap Amish topluluğunun hayat hikayesini ve rumspringa döneminde olan bir kızı konu almaktadır. Kitabı okumanızı tavsiye ederim.

20 Aralık 2015 Pazar

Türk Tiyatrosunun Tarihi

Türk tiyatrosu, Türklerin Orta Asya'da yaşadıkları dönemlerin birtakım törenleri ve taklit gösterileriyle başlayan tiyatro etkinliklerini ifade eder. Tiyatro sanatının gelişmesi Türkler'in Anadolu'ya gelmeleri, özellikle de İstanbul'u fethetmeleri (1453) ve burayı başkent yapmaları ile daha da hızlanmıştır. 

GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU 
Geleneksel tiyatro başlığı altında genellikle kukla, meddah, karagöz, orta oyunu ve köy seyirlik oyunu gibi gösteri türleri yer alır. Şarkı, dans ve söz oyunlarına dayanan geleneksel tiyatro yazılı bir metne dayanmaz. Geleneksel tiyatroda güldürü öğesi ön plandadır. Genellikle sahnesiz bir tiyatrodur. Bunlardan seyirlik köy oyunlarının kökeni tarih öncesi bolluk törenlerine ve ilkel inançlara uzanır. Bunlarda Türkler'in Orta Asya'dan getirdikleri inançların izleri olduğu gibi, Anadolu'da daha önce yaşamış olan toplulukların kültürlerinin de katkısı vardır. Bu oyunların başlangıçta amaçları zamanla değişmiş olsa bile, Türk köylüsünün bu geleneği sürdürdüğü görülür.


KuklaDeğiştir

Kukla ise Türkler'in Anadolu'ya geldiklerinde birlikte getirdikleri bir gösteri sanatıdır. İstanbul'da Osmanlı döneminde el kuklası, ipli kukla, sopalı kukla, araba kuklası, yer kuklası, ayak kuklası, iskemle kuklası gibi değişik türde kukla gösterileri 19. yüzyıla kadar geliştirilerek sürdürülmüştür. Ama kukla sanatı, ondan daha eski bir gösteri olan meddahlık ve İstanbul'a 16. yüzyılda geldiği sanılan Karagöz kadar yaygın olmamıştır.

MeddahlıkDeğiştir

Meddahlık, bir konuyu oynayarak anlatma sanatıdır ve İslam ülkelerinde oldukça yaygın bir gelişme alanı bulmuştur. Öbür gösteri türlerinde güldürüye ağırlık verilmesine karşılık meddahlıkta acıklı, duygusal, dinsel ve kahramanlıkla ilgili konulara da rahatlıkla yer verilebiliyordu. Aynı zamanda kıssahan diye anılan meddahlar, sarayda olduğu gibi halk arasında da büyük ilgi görmüş, özellikle kahvehanelerde İstanbullular'ın eğlence gereksinimini yüzyıllar boyunca karşılamıştır.Fatih Sultan Mehmet'in sarayında Mustafa,Balaban Lâl ve Ömer adlı kıssahan ve nedimleri daha sonra, II. Selim döneminde Nakkaş Hasan, Çokeydi Reis, III. Murad döneminde ise Meddah Eğlence, Lâlin Kaba diye bilinen Bursalı Seyit Mustafa Çelebi ve Derviş Hasan gibi meddahlar izlemişlerdir. Bu geleneksel temaşa türü İstanbul'da Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına kadar daha pek çok sanatçı yetiştirmiş, bunlardan Şükrü Efendi, İsmet Efendi ve Meddah Sururi gibi sanatçıları görüp dinlemiş olan bazı İstanbullular onların ününü canlı birer tanık olarak günümüz kuşaklarına bile iletmiştir.

Karagöz ve HacivatDeğiştir


Karagöz ve Hacivat, Gölge oyunu
Türkler'in toplumsal yaşamında önemli bir yeri olan bir başka geleneksel gösteri türü de, bir çeşit gölge oyunu olan Karagöz'dür. Gölge oyununun kökeni konusunda değişik görüşler ileri sürülmektedir.Cava, Endonezya ya da Çin gibi Uzakdoğu ülkesinde ortaya çıkmış ve Hindistan üzerinden Ortadogu'ya gelmiş olması akla yakındır. Bazı kaynaklar Karagöz'ün 14. yüzyılda Orhan Gazi zamanında zamanında Bursa'da ortaya çıktığını ileri sürüyorsa da, günümüzde daha yaygın bir görüşe göre Türkler gölge oyunu tekniğini 16. yüzyılda Mısır'dan almış ve bu oyun türüne Karagöz adı altında kesin biçimini 17. yüzyılda kazandırmışlardır.

OrtaoyunuDeğiştir

Geleneksel Türk tiyatrosunun birçok bakımlardan Karagöz'e benzeyen, ama canlı oyuncularla oynayan bir türü de ortaoyunudur. 16. ve 17. yüzyıllardaki kol oyunutaklit oyunu,meydan oyunu ve zuhuri gibi oyuncu kollarının gösterilerinden kaynaklanan bu gösteri türü kesin biçimini ve ortaoyunu adını 19. yüzyılda almıştır. Karagöz'de ve İtalyanlar'ın commedia dell'arte'sinde olduğu gibi ortaoyununda da yazılı bir oyun metni yoktur. Ana çizgileri bilinen bir konu ele alınarak, oyuncuların doğaçlama, yani tuluat yoluyla geliştirdikleri olaylar dizisi, gene Karagöz'dekine benzer konular ve ondakine benzer oyun kişileriyle sahneye getirilir. Oyun yeri seyircilerin çevrelediği hemen hemen boş bir alandır. Erkek seyirciler ve kadın seyirciler ayrı ayrı yerlerde otururlar. Ortaoyununda Karagöz'ün karşılığı Kavuklu, Hacivat'ın karşılığı ise Pişekâr'dır. Öbür oyun kişileri Karagöz'deki kişilerle büyük benzerlik gösteren kalıplaşmış tiplerdir. Ortaoyunu da Karagöz gibi dört bölümden oluşur. Ama burada perde gazeli yerine Pişekâr'ın seyirciyi selamlaması ve zurnacıyla konuşarak oyunu açması, muhavere bölümünde ise Pişekâr ile Kavuklu'nun tanışma konuşmaları (arzbâr) ve Kavuklu'nun sonunda rüya olduğu anlaşılan bir olayı anlatması (terkerleme) gibi özellikler ortaoyununun Karagöz'den ayrildığı bazı ayrıntılardır.

1923'ten Günümüze (Cumhuriyet Dönemi) TÜRK TİYATROSU

Cumhuriyet döneminde tiyatroda Batı modelini benimseyen Türkiye, gerek tiyatronun kurumsallaşması, gerekse oyun yazarlığının gelişmesi bakımından önemli atılımlara sahne oldu. 
Tiyatroyu Türkiye'de çağdaş bir sanat alanına dönüştürme yolunda ilk büyük katkı ünlü tiyatro ve sinema adamı Muhsin Ertuğrul'dan geldi. 1927'de, Darülbedayi'nin başına geçen Ertuğrul, yerli yazarları yüreklendirmesiyle, izleyiciye sunduğu çağdaş çeviri oyunlarla, sahneleme, oyunculuk ve dekor kullanımında güncel anlayışı yerleştirmesiyle, yetişmelerine katkıda bulunduğu kadın ve erkek oyuncularla bugünkü Türk tiyatrosunun temellerini attı.
Eğitim görmüş tiyatrocuların yetişmesinde büyük hizmet vermiş olan Ankara Devlet Konservatuvarı ise, Musiki ve Temsil Akademisi'nin bir bölümü olarak açıldı. Burada, ilk mezunların çıktığı 1941'de Tatbikat sahnesi oluşturuldu. Bu hazırlık aşamalarından sonra da 1949'da Devlet Tiyatroları resmen kuruldu.
1950'den sonra tiyatro kuramlarının gelişmesi bakımından önemli atılımlar gerçekleştirilmeye başlandı. Tiyatronun yaygınlaştırılması yolunda devlet eliyle sürdürülen çabalar sonucunda Devlet Tiyatroları, Ankara,İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Trabzon ve Diyarbakır gibi kentlerde perdelerini açarak ve turneler düzenleyerek Türkiye'nin her yanında izleyiciye ulaşır hale geldi. Yetmiş yılı aşan tarihi boyunca çeşitli iniş çıkışlar yapan İstanbul Şehir Tiyatroları da çeşitli semtlerde beş sahneye sahip oldu. Türk tiyatrosunun gelişmesinde her zaman önemli rol oynamış olan özel tiyatroların sayısında 1960'larda büyük bir artış görüldü. Etkinliklerini 1960'lardan bu yana sürdüren özel topluluklar arasında Kent Oyuncuları, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu ve Dostlar Tiyatrosu sayılabilir. Oyunculuk ve sahneleme açısından Batı modelini izleyen ödenekli ve özel tiyatrolar yanında, ortaoyunu ve tuluat tiyatrosunun oyunculuk tarzını sürdüren özel topluluklar da oldu. 1970'lerin ortalarında pek çok özel tiyatro kapandı, yeni açılanların bir bölümü de başarılı olamadı. 1980'lerin ortalarından bu yana İstanbul'daki özel tiyatrolar yeniden bir canlanma dönemine girdiler.
Türk oyun yazarlığı, Cumhuriyet döneminde Batı modelini uygulayan tiyatronun kurumsallaşması yolunda yapılan atılıma koşut olarak gelişme gösterdi. Gerçekçi Avrupa tiyatrosundan büyük ölçüde etkilenen Türk yazarları, gerçekçi doğrultuda yazdıkları oyunlarda öncelikle, Osmanlı toplumundan modern Türk toplumuna geçilirken yaşanan sancıları dile getirdiler. Bu geçiş dönemini yansıtmakta en başarılı olmuş yapıtlar Reşat Nuri Güntekin'in Yaprak Dökümü (1930) ve Ahmet Kutsi Tecer'in Köşebaşı'sı (1984) idi. Çok üretken bir yazar olan Cevat Fehmi Başkut ise toplumsal eleştirel yaklaşımını çoğunlukla güldürü çerçevesi içine yerleştirdi.
Türk oyun yazarlığında Cumhuriyetin ilk 30 yılında ağırlık kazanan eleştirel gerçekçi yaklaşım etkisini günümüze değin sürdürdü. 1950'lerden çok partili döneme geçildiğinde devlet yönetimine ilişkin siyasal sorunlarda tiyatro sahnesinde gündeme getirildi. Aynı zamanda, toplumsal sorunları yansıtma aşamasından, bu sorunların kaynak ve nedenlerini irdeleme aşamasına geçildi. Bu dönemde Türk tiyatrosu yeni yazarlar kazandı. Aziz Nesin ve Haldun Taner bildik gerçekçi dram kalıplarını zorlayarak yeni biçim denemelerine giriştiler.
1960'lar Türk tiyatro edebiyatı içinde parlak bir dönem oldu. Siyasal, ekonomik, kültürel açılardan önemli bir bilinçlenme aşamasının yaşandığı bu dönemde tiyatro, işçi ve köylü kesiminin sorunlarına eğildi. Bir yandan, orta sınıftan ailelerin yaşadığı toplumsal ve ekonomik sorunları irdeleyen gerçekçi oyunlar yazılırken, köy ve gecekondu ortamı da yaşama ve giyinme biçimi ve dil özellikleriyle sahneye getirildi.
Bu dönemin en yaygın türlerinden biri de konularını Osmanlı tarihinden, halk kahramanlarının yaşamlarından ve mitolojiden alan, şiir diliyle yazılmış oyunlardır. Güngör Dilmen, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı bu doğrultuda yapıtlar verdiler. 1960'ların sonlarına doğru siyasal içerikli belgesel oyunlarda yazılmaya başlandı. Sermet Çağan'ın, Brecht'in epik tiyatro yöntemini doğrudan uyguladığı Ayak Bacak Fabrikası (1964), bu dönemde toplumcu gerçekçi yaklaşımın bir örneği oldu.
Türk oyun yazarlığına öz ve biçim açısından kişiliğini kazandırma yolunda önemli bir katkı 1960'larda Haldun Taner'den geldi. Ahmet Kutsi Tecer'in 1940'larda geleneksel Türk tiyatrosunun gevşek dokulu oyun yapısını ve göstermeci anlatımını kullanarak yazdığı Köşebaşı oyununun ardından, 1950'lerde ve 1960'ların başlarında göstermeci anlatımı kullanma ve tiyatroda açık biçim anlayışını benimseme yolunda oyun denemeleri yazmış olan Taner, 1964'te Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından sahnelenen Keşanlı Ali Destanı'yla geleneksel Türk tiyatrosunun belirleyici özelliklerini çağdaş anlamda toplumsal siyasal bir içerikle birleştiren yeni bir yerli türün, yerli epik müzikalin yaratıcısı oldu.
1970'lerde pek çok topluluk ağırlıkla politik tiyatro üstünde durdu. Bu dönemde sık sık yerli ve yabancı siyasal-belgesel oyunlar sahnelendi; bir yandan da gerçekçi köy oyunları, tarihsel oyunlar, geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerine dayalı müzikli oyunlar, kabare oyunları, epik oyunlar yazıldı. Ülkede yaşanan toplumsal siyasal çalkantılardan tiyatronun da olumsuz bir pay aldığı bu dönemin en başarılı oyunlar, geleneksel Türk tiyatrosunun anlatım biçimlerini kullanmayı sürdüren Turgut Özakman'ın aynı biçemi benimseyen Oktay Arayıcı'nın ve Asiye Nasıl Kurtulur? Oyunuyla üne, gene epik türde yazdığı toplumcu gerçekçi oyunlarla pekiştiren Vasıf Öngören'in ürünleridir.
1980'lerde ise oyun yazarlığı nicelik ve nitelik açısından bir durgunluk yaşadı. Bu dönemde Refik Erduran, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı, Melih Cevdet Anday, Turgut Özakman, Sabahattin Kudret Aksal, Recep Bilginer, Güngör Dilmen, Başar Sabuncu, Dinçer Sümer gibi 1950'lerden yada 1960'lardan bu yana oyun yazmayı sürdüren yazarlar dışında, 1970'lerde yazmaya başlayan Bilgesu Erenus ve Tuncer Cücenoğlu'nun, yapıtlarıyla 1980'lerde gündeme gelen Murathan Mungan, Ülkü Ayvaz, Ferhan Şensoy ve Mehmet Baydur gibi yeni yazarların oyunları sergilendi
.

Edebi akımlar

KLASİSİZM
Klasisizm kelimesi, Lâtincede seçme anlamına gelen “classicus” kelimesinden gelmektedir. XVI. Yüzyıl sonlarından itibaren ortaya çıkmaya başlamış, XVII. Yüzyılda en görkemli eserlerini vermiştir. Bu sebeple “1660 mektebi” de denmektedir. Batı sanat tarihinin en uzun ömürlü akımıdır. Bu görüşün temelinde Batı edebiyatının temelini oluşturan eski Yunan ve Latin edebiyatını taklit etme, ona dönüş düşüncesi yatmaktadır.Edebi akımlar konusunun temelini oluşturur.
Klasisizmin Özellikleri, Felsefesi ve Sanat Görüşü
1. Edebiyatta, sanatta, eserde akıl ve sağduyu önemlidir.
2. Konular eski Yunan ve Latin kaynaklarından seçilir.
3. Eserde kurallara bağlılık esastır.
4. Kahramanlar seçkin insan kitlesinden, elit tabakadan seçilir. Herkes eserde kahraman olamaz.
5. Biçim güzelliği önemlidir. Konu değil, konunun işlenişi önemlidir.
6. Dil, mükemmel ve kusursuz olmalıdır.
7. Sanatçılar eserlerinde kendi kişiliklerini gizlerler.
8. Tiyatroda üç birlik kuralına uyulur.
9. Trajedilerde öldürme, yaralama gibi çirkin olaylara yer verilmez. Eğer bunlar illâ olacaksa sahne arkasında olmalıdır. Çirkin şeylerin sahnede işi yoktur. Bu sebeple küfre de yer verilmez.
10. Klasisizmin anahtar kelimeleri: Evrensel insan doğası/tabiatı, akıl ve sağduyu, şahsi olmama, eski Yunan ve Latin’e dönme, kuralcılık, zevk vererek eğitme, dil ve üslûptur.
Klasisizmin Batı Edebiyatındaki Temsilcileri
Jean De La Fontaine, Jean Racine, Pierre Corneille, François de Malharbe, Moliere, Blaise Pascal, Bossuet, Nicolas Boileau, Francois de la Mothe Fenelon.
Klasisizmin Türk Edebiyatındaki temsilcileri
Tanzimat edebiyatı sanatçılarından Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Direktör Ali Bey, Yusuf Kamil Paşa.
ROMANTİZM (Coşumculuk)
Klasisizmin katı kurallarına bir tepki olarak 18. yüzyılda ortaya çıkan fakat ilkeleri 19. Yüzyılın başında Victor Hugo tarafından “Cromwell” adlı oyunun önsözünde ortaya konan akımdır.
Romantizmin Özellikleri, Felsefesi ve Sanat Görüşü:
1. Romantizmde duygu ve hayallere önem verilir.
2. Romantizmde milliyet kavramı önemlidir. Bu yüzden konular din, tarih ve ulusal kültürden seçilir.
3. Klasisizmin aksine öldürme ve yaralama gibi olaylar sahnede canlandırılır.
4. Yine klasisizmin aksine sanatçılar sahnede, eserde kişiliklerini gizlemezler.
4. Tesadüfler çok fazla yer tutar.
5. Topumun her kesiminden insan eserde kahraman olarak kullanılabilir.
6. Shakespeare bu akımın öncüsü kabul edilir.
7. Romantizmin akımının Batı edebiyatındaki temsilcileri: Montesquie, Jean Jacques Rousseau, Voltaire, Victor Hugo, Lamartine, Alexandre Dumas Pere, François Rene, Goethe, Musset, Schiller, Lord Byron.
8. Romantizmin Türk edebiyatındaki temsilcileri: Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Abdülhak Hamit Tarhan.
REALİZM
Romantizme tepki olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış ve daha çok öykü, roman türlerinde başarılı olmuştur. Önemli bir edebi akımlarkonusudur.
Realizmin özellikleri, felsefesi ve sanat görüşü
1. Realizmde gözlem çok önemlidir; olaylar olduğu gibi anlatılmaya çalışılır.
2. Yazar eserde nesnel olmaya çalışır.
3. İnsanları eğitmek esas amaç değildir.
4. Gerçek yaşamdaki olaylar, kişiler eserde konu edinir.
5. Sanatçılar eserlerinde kişiliklerini gizlemiş, güzel-çirkin, iyi-kötü bütün yönleriyle yansıtılmıştır.
6. Sanat, sanat içindir anlayışı benimsenmiştir.
7. Realizmin dünya edebiyatındaki temsilcileri: Balzac, Stendhal, Gustabe Flaubert, Dostoyevski, Tolstoy, Anton Çehov, Gogol, Maksim Gorki, Turgenyev, Charles Dickens, Daniel Defoe, Mark Twain, Jack London, Ernest Hemingway
8. Realizm akımının Türk edebiyatındaki temsilcileri: Recaizade Mahmut Ekrem, Nabizade Nazım, Samipaşazade Sezai, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Memduh Şevket Esendal.
NATÜRALİZM
19. yüzyılın ikinci yarısında Darwinci doğa anlayışının edebiyata uyarlaması ile ortaya çıkmıştır.
Natüralizmin Özellikleri, Felsefesi ve Sanat Görüşü:
1. Olaylar bir bilim adamı titizliğiyle, çabasıyla ele alınır.
2. Gözlem ve deney vazgeçilmez iki unsurdur.
3. Determinist yani aynı şartlar altında aynı sebepler aynı sonuçları doğurur anlayışı kabul görür.
4. Sanat, doğanın bir kopyası olmalıdır, ilkesi benimsenir.
5. Genin insan ruhu üzerindeki etkisi kabul edilir.
6. Natüralizmin dünya edebiyatındaki temsilcileri: Emile Zola, Alphonse Daudet, Guy de Maupassant, Edmond Kardeşler, Goncourt Kardeşler.
7. Natüralizmin Türk edebiyatındaki temsilcileri: Beşir Fuat, Ahmet Mithat, Nabizade Nazım, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Selahattin Enis, Faik Baysal
PARNASİZM
Şiirde realizmin yansımasıdır. Romantizmin aşırı duygusallığına tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Parnasizmin Özellikleri, Felsefesi ve Sanat Görüşü:
1. Realizm ve natüralizmin ilkeleri benimsenir.
2. Şiirde dış yapı yani biçime çok önem verilir.
3. Duygu düşünceye göre daha geri plandadır.
4. Tabiat tasvirlerine çok yer verilir.
5. Parnasizm dünya edebiyatında Banville, Lisle, François Coppee, Hereida tarafından benimsenmiştir.
6. Türk edebiyatında ise parnasizm, Servet-i Fünûn edebiyatı şairlerinden Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin ve Yahya Kemal tarafından benimsenmiştir.
SEMBOLİZM ( Simgecilik )
19. yüzyılda Fransa’da parnasizme tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Sembolizmin Özellikleri, Felsefesi ve Sanat Görüşü:
1. Eserde gerçeği değil, gerçeğin insanda uyandırdığı intiba/izlenim verilir.
2. Şiirde semboller kullanıldığı için gerçek kapalıdır.
3. Şiirde ahenk, musiki çok önemlidir.
4. Dil sembol ve mecazlarla doludur.
5. Hayal çok önemlidir.
6. Sembolizmin dünya edebiyatındaki temsilcileri Edgar Allen Poe, Charles Baudelaire, Verlaine, Paul Valery, Stephane Mallarme, Arthur Rimbaud’dur.
7. Sembolizm edebi akımlar ının Türk edebiyatındaki temsilcilerinin başında Cenap Şahabettin ve Ahmet Haşim gelir.
SÜRREALİZM (gerçeküstücülük)
19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. Freud’un psikolojide ortaya koyduğu “psikanaliz”den hareketle aklın denetimi olmadan “ben”in dışavurumunu ortaya koyan akımdır.
Sürrealizmin Özellikleri, Felsefesi ve Sanat Görüşü:
1. Dünyaya dair engelleyici herhangi bir aklın, ahlakın ve estetik kaygının engeli olmadan bilinçaltındakini dışarı vurmak esastır.
2. Edebiyata, esere bilinçaltının kaynaklık etmesi gerektiğini savunmuştur.
3. Olağanüstülük, düş ve hayal şiirinin konusunu oluşturur.
4. Sürrealizmin dünya edebiyatındaki temsilcileri: Andre Breton, Louis Aragon, Dylan Thomas, Eluard’dır.
5. Türk edebiyatındaki temsilcileri ise I. Yeni (Garipçiler)’den Orhan Veli ve İkinci Yeni sanatçılarından Sezai Karakoç, Cemal Süreya, İlhan Berk, Turgut Uyar ve Ece Ayhan’dır.

17 Aralık 2015 Perşembe

Edebiyat lys çıkmış sınav soruları







                          ösym edebiyat                                                   konu/soru dağılımı

                   


İbrahim Şinasi